Yabancı öğrencileri Türkiye’de tutamıyoruz

  • Home -
  • Yabancı öğrencileri Türkiye’de tutamıyoruz

“Yabancı öğrencileri Türkiye’de tutamıyoruz”

Türkiye’ye yılda ortalama 50 bin civarında yabancı öğrenci geldiğini, ancak 5 ay sonra bu rakamın 30 binlere düştüğüne dikkat çeken Beledioğlu,  ana sıkıntının uyum prablemi olduğunu söylüyor. 

Kamuoyunda “bonus hoca” olarak bilinen ve renkli kişiliğiyle dikkatleri üzerine toplayan Süleyman Beledioğlu, son yıllarda Türkiye’nin yabancı öğrenciler için cazibe merkezi olma yolunda ilerlediğini ancak bu öğrencilerin bir süre sonra ülkelerine geri döndüğünü söyledi.

Türkiye'ye yılda ortalama 50 bin civarında yabancı öğrencinin geldiğini, bir süre sonra ise bunların 20 bininin geri döndüğünü ifade eden Beledioğlu, bunun sebenin ise uyum problem olduğunu vurguladı.

Bonus Hoca ile Türkiye’nin yabancı öğrenci politikalarını ve Türkiye’deki üniversite eğitimi ile ilgili konuları masaya yatırdık…

Türkiye’ye eğitim almak için gelen yabancı öğrenciler hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
 
Zannediyorum 2013 ya da 2014’te yurtdışından öğrenci çekmek konusunda hükümet bir strateji açıkladı, yabancı öğrencilere Türkiye’yi teşvik adına. Peki bir öğrenci Türkiye’ye geldiğinde ne ile karşılaşmak ister? Barınma, güvenlik, uyum… Eğer bunların burada karşılanabilirliği varsa gelişimin daha da artacağına yönelik bir strateji belirlenmişti. Özellikle geldiklerinde yurt olanakları konusunda Türkiye avantajlı, ulaşım konularında sıkıntı yaşamıyorlar (kendi ülkeleriyle), güvende hissediyorlar, ama baktığınız zaman şöyle bir rakam vereyim ben size. Biz o zaman TRT Avaz’da yurtdışına yönelik bir program yürüttüğümüz esnada önümüze gelen araştırma rakamlarına göre bir yılda ülkemize yurtdışından gelen misal 50 bin öğrenci ile başlıyorsunuz fakat 5 ay sonra bu rakam 30 bine düşüyor. Bizim önümüzde net rakamlar vardı o zaman. Yani yurtdışından öğrenci çekmekten daha önemlisi yurtdışından gelen öğrenciyi burada tutmak önemlidir. Yani buradaki ana sıkıntı aslında uyum problemi biz bunu Doğu Akdeniz’de de görüyoruz. Öğrencilerimiz gözyaşı ve hayal kırıklığıyla geri dönüyor. Söz konusu uyumda en büyük sıkıntı verilen kısıtlı dil eğitimidir.
Peki siz bu konuda neler yapılmasını önerirsiniz? 
Hazırlık İngilizcesiyle İngilizce öğretebileceğini zannetmek, yalnızca Türkiye’deki üniversitelerde görülen bir şeydir. Biz bu konuda görüşlerimizi YÖK’e de beyan ettik, gittik görüştük TRT eğitim mentoru olarak gittim geçen yıl ağustos ayında, yani üniversiteler yabancı dil eğitimi olduğunu belirtiyor fakat bakıyorsunuz sadece hazırlık İngilizcesi veriyor hazırlık İngilizcesi seyahat İngilizcesidir, günlük ihtiyaçlarınızı karşılar fakat akademik anlamda size bir şey katmaz. Çok iyi bölümlerle de eğitim gören öğrencilerimizin bir çoğu dil yetersizliğinden dolayı kendini ifade edecek bir akademik süreç geçiremediğinden dolayı bu dil eğitiminin daha donanımlı hâle getirilmesi bir zorunluluktur, aynı zamanda eğitim süreci içerisinde bunun desteklenmesi şarttır. Diğer yandan Türkiye’ye gelen yabancı öğrencilere TÖMER yoluyla Türkçe kursu veriliyor ve öğrenci aynı anda iki dil öğrenmek zorunda kalıyor. Hâliyle mevzu çıkmaza giriyor ve öğrenci tüm zorlukların çözümü olarak eğitim hayatına son veriyor bu konuda dil uzmanlarının bir araya gelip gereğine uygun projeler sunması gerekmektedir.

Dünyada Yabancı Öğrenciler Konusunda Türkiye’nin Yeri Hakkında Neler Düşünüyorsunuz? 

Amerika’da dünyanın en büyük para kaynağı olarak yabancı öğrencilerin olduğunu görülmüştür. Bu yabancı öğrenci konusunda pastadan en büyük payı Amerika alıyor. Bizim o dönemdeki yaptığımız çalışmalardan aklımda kaldığı kadarıyla Amerika’ya giden o zaman 800 bin civarı öğrenci vardı, tabi o zaman için çok büyük şimdi geriye dönüp baktığımızda işte 7-8 yıl önceki rakamları veriyorum. Şimdi Türkiye’de bile yabancı öğrenci sayısının 200-300 bine yaklaştığını görmekteyiz, rakamlar ne kadar doğru bilemiyorum ama bu pastadan Türkiye’nin pay alması için Türkiye’de şu anda çok elle tutulur bir devlet politikası yok. Mesela Türk Cumhuriyetlerine gittiğiniz zaman FETÖ duvarıyla karşılaşıyorsunuz. Program yaptığımız dönemlerde de bunu görüyoruz. Sadece kolej bazında değil. Balkanlara baktığınızda FETÖ’nün uluslararası ilişkilerinden dolayı yine aynı şeyle karşılaşıyorsunuz. Daha dün Balkanlardan gelen TRT’nin bölge temsilcisiyle görüştüm yine aynı şeyleri anlatıyor; denklik yok diyor, Balkan Üniversitesinin denkliği yok. Bizim çok sıkı uluslararası denklik programları geliştirmemiz gerekiyor. Şu an Türkiye’nin başka sorunları gündemde oysa buradaki kaynağı çok iyi kullanmaları gerektiğini gündeme taşımamız gerekiyor.

Kısacası; yabancı öğrenciler için ulaşım çok önemli, yabancı dil çok önemli yani kendi ülkesine olan ulaşım imkan ve olanaklarının kuvvetli olması çok önemli, sosyal uyum fazlasıyla önemli bir husus. Bunları hallettiğimiz zaman arkadaş arkadaşı çeker, güzel şeyler olur ve yeterli potansiyele ulaşılır. 

Irak’ın kuzeyinden, Suriye’nin kuzeyinden topladığımız dağınık yabancı öğrencileri bir beyin göçü olarak da göremeyiz. Stratejik olarak bu olaya şöyle bakıyor Amerika; öğrenci kabulünden en serbest ülke Amerika’ya direkt gidebiliyorsunuz yeter ki ABD bir potansiyel görsün öğrenciyi alıyor ve kullanıyor, Steve Jobs’a bakıyorsunuz Suriye kökenli birisi mesela, İzmir’de yaşamış bir süre ama yine kendi alanlarına çekip potansiyelini değerlendirmişler. Ama Türkiye’ye baktığımızda Türkiye de bu yabancı öğrenci girişinde terör girer diye korkuyor, maalesef ki bu da alanlarımızı kısıtlıyor.

Özellikle son dönemlerde; genç işsizlik ve üniversite mezunu işsiz sayılarında artış görülmekte, bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Celal Bayar Üniversitesinin Paneline katıldım, konu teknolojinin eğitimdeki geleceği ile ilgiliydi. Şimdi tabi orda coşkulu konuşmacılar vardı yani şimdi biz de yayıncı geleneğinden geldiğimiz için lafımızı esirgemiyoruz. Konuşuyorlar yani dinledim dinledim panelde robot psikologlar vs. geldi 1950lerdeki fütürist yaklaşım bize söylediği şeyler… Ardından hukuk fakültesinden biri konuşuyor avukata gerek kalmayacak, oradan biri konuşuyor işte şoförsüz araba bilmem ne… gördük Tesla kaza yaptı geçen cayır cayır yandı. Şimdi tribün coşkusuyla yaklaşıyorlar, biz orada şuna bakmamız gerekiyor; şimdi insansız bir model düşünmemeleri lazım, Türkiye’deki üniversitelerin ana sıkıntısı hakkında 2015 yılında yapılmış PWC’nin 2050 dünya raporu kapsamında bir raporu var. PWC, 180 küsür ülkede örgütlenmiş uluslararası araştırma firması ve orada Türkiye’deki üniversitelerle ilgili ilginç bir rakam var ve bu işin içinde TÜSİAD da var. TÜSİAD PWC ile birlikte Türkiye’deki üniversite mezunlarının teknoloji becerilerini sorgulatıyor. Ortaya çıkan rakam ise korkunç! Türkiye’de sektörlerin STEM becerisine sahip üniversite mezunu bulma zorluğu %84 bu rakam 2018’de güncellendi değişen hiçbir şey yok, bu şu demek tersinden bakın Türkiye’deki üniversitelerde her 100 üniversite mezunundan 84’ü sanayicinin iş veremeyeceği mezun konumunda, öyle diyor sanayici. 100 üniversite mezunundan 84’ü benim iş vereceğim donanıma sahip değil diyor. STEM becerilerinin içinde dil de var çünkü. Yani siz high sciences, technology, engineering, mathematics diye teknik ifade ediyorsunuz ama orda dil var art var mesela. Son dönem onu da eklediler. Şimdi bu çok önemli bir ayrıntı.   Türkiye’de işsiz üniversite mezunu var diyorlar o CEO raporunda da var aynı şey. Ama TÜSİAD diyor ki “Türkiye’de işsiz üniversite mezunu falan yok ben çalıştıracak adam bulamıyorum.” Her 100 üniversite mezunundan sadece 15’i benim aradığım standartta diyor. Şimdi üniversiteye bakıyorsunuz hangi teknoloji becerisini veriyor ki? Yeni yeni özel üniversiteler ya da vakıf üniversiteleri ittirmesiyle sektör üniversite iş birliği yavaş yavaş ilerliyor. Bakıyorsunuz Kırıkkale Üniversitesi bunu yapabiliyor mesela rektörüyle radyoda çok sohbet etmiştik.

Bu raporda çok ilginç bir rakam daha var. Dünyada sektörlerin aradığı standartta üniversite mezunu bulma zorluğu %75, bu rakamı doğru okursanız bundan çıkan sonuç şu, aslında Türkiye’de teknoloji becerileri ve donanımına sahip üniversite mezunu bulduğumuz zaman dünyada %75’lik bir boşluk var. İşte bu boşluk Amerika’nın iştahını kabartıyor. Dünyanın her yerine uzanmaya çalışıyor. Türkiye’de ne gibi sıkıntılar var peki? Üniversitelerin bütçesel problemleri var bu çok ciddi bir sorun yani araştırmaya ayrılacak bütçeleri yok. Sanayiciye yalvar yakar bir mühendislik fakültesinde okuyan bir çocuğun stajını yaptıracak, orada sanayici o çocuğun sigortasını yatıracak ama bunu karşılayamıyor sektör. Hani ben bu çocuğu alayım, çalıştırayım, yetiştireyim, keşfedeyim… Bunu yapmıyor mesela işte zorunludur şudur budur diyor ama sektör çalıştıramam, sigortayı yatıramam diyor, e devlet de bir hesap yapıyor çıkamıyor işin içinden. Meslek lisesi mezunlarında da aynı şey var. O zaman Türkiye’deki üniversitelerin iyi bir üniversite olması için bir defa mali açıdan desteklenmesi gerekiyor. Bir Harvard ya da bir Stanford Üniversitesinin bir yıllık araştırma bütçesi, Türkiye’deki bütün üniversitelerin toplam araştırma bütçelerinin çok üstünde. TÜBİTAK araştırma için bütçe veriyor, peki ne kadar veriyor? En iyi projeye verdiği vereceği bütçe 300-500bin lira. Siz hangi uluslararası çalışmayı yapabilirsiniz? Bu parayla buradan Van’a gidersiniz, Van’dan İstanbul’a yani ülkenin içinde döner durursunuz. Bazen biz sunumlarda yabancı ülkelerden alıntı yaptığımız zaman milliyetçi damarı çok kabarmış olan ama düşünme becerileri eksik bazı arkadaşlar hocam neden yurtdışından örnek veriyorsun diyorlar. Nereden vereyim? Biz Harvard Üniversitesine mi tapınıyoruz? Biz de milliyetçi adamız, nereden vereyim örneği? Nereden verebilirim? Yani sen hocanın cebine para koyabiliyor musun? O araştırmayı yaptırabiliyor musun? Yaptıramıyoruz. Ama bu ne şimdiki hükümetin suçu ne öncekilerin suçu ne de bundan sonra gelecek olanların suçudur. Türkiye yine ayağa kalkmaya çalışan bir ülke olacak. Şimdi buradan baktığımız zaman bizim üniversitelerimiz düşük bütçelerle test uygula, topla, otur bir odada yorum yap şeklinde basit çalışmalarla ilerliyorlar. 

Türkiye’de Öğretim görevlileri, Yükseköğretimin durumu ve dünya sıralamasındaki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?

Yükseköğretimin önemli sıkıntılarından birine geldik öğretim üyesi kadrosuna. Şimdi Türkiye’de kendini geliştirmiş uluslararası güce sahip çok az sayıda hoca var. Bunlarda neye bakılır? Makale sayısına, yayınlanan derginin kalitesine, kaç alıntı yapıldı gibi detaylara. Bunlar üniversitenin gücünü gösteriyor. İlk 500’de kaç üniversitemiz var mesela bazen hiç yok bazen birkaç tane var. Uluslararası öğrencinin kalitelisi ilk 500’e gözünü dikiyor. Sen uluslararası ölçüm, değerlendirme kuruluşlarında ilk 1000’in içindeysen şansın azalıyor, ilk 500 bu kriteri tutturacaksın. Peki bu kriteri nasıl tutturacaksın? Makaleler yazacaksın akademisyen olarak, bilimsel anlamda esinlenecekler makalenden alıntı yapacaklar, üniversitenin laboratuvar olanakları çok iyi olacak. İşte bunlar Türkiye’deki üniversitelerin uzun vadede aşması gereken şeyler. Çok yetenekli hocalar var mesela Türkiyede ama çok da uluslararasılaşma durumunda bir Aziz SANCAR var, bu Aziz SANCAR’la ilgili bir sürü şey oldu adam çekti gitti mesela. Bunlara sahip çıkamıyorsunuz. Üniversitelerimizdeki sorun budur çocuklar. Dünya standartlarının altında seyrediyoruz. Ben Siirt’e gittim mesela Siirt’e üniversite kuruldu dediler, tavuk çiftliği gibi bir yerdi yani şu anda büyüdü mü bilmiyorum 10sene öncesini anlatıyorum burada. 
İşte orada bir Boğaziçi örneği var bu sosyal anlamda bir üniversite zaten, bir ODTÜ var bir İTÜ var son dönemlerde Bilkent var.  Tabi orada da bir hileye kaçılmış bakıyorsunuz Atılım Üniversitesi uluslararası bir değerlendirmede Türkiye’de ilk üçe giriyor. Nasıl oluyor bu? Atılım Üniversitesini hiç görmeyen, uluslararası çalışması çok olan 5-6 araştırmacı profesöre para veriyorsun bende derse giriyor gözük diye, bu hocalar bu üniversitenin listesinde gözüktüğü için sanki o üniversite adına çalışma yapıyormuş gibi görünüyor. Biz burada da işin hilesini bulmuşuz ama bunları uluslararası piyasa yutmuyor tabi.

Üniversitelerde İhtisaslaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biz ihtisaslaşma ile ilgili TRT’de çok program yaptık. Mesela Bozok Üniversitesine bakıyorsunuz Yozgat’a, orada keten var, bununla ekmek ve çeşitli sanayi ürünleri üretiyorlar. İşte Üniversite’nin üretim süreçlerine destek vermesi ihtisaslaşma açısından tabii ki çok önemli. Buradan bir uluslararasılık ya da uluslararası bir güç çıkar mı? Çıkabilir tabi ki. Biri teknoloji alanında ihtisaslaşır biri yapay zeka konusunda ihtisaslaşır bunu elbette ki olumlu karşılıyorum ama nereden nasıl bir sonuç alınacağını zaman gösterecek. 

Buradan öğrencilere hangi tavsiyeleri verirsiniz?

Olayları çok büyütmeyin gözünüzde, bu ülkede  gerçekten kendini yetiştirmiş çok iyi isimler var. Biz tercih döneminde mesleki yönlendirme konusunda destek olurken bu konu hakkında araştırmalarım var. Bunları  TRT gibi güçlü bir kanaldan bunların altyapısını oluşturmak için çeşitli araştırmalarımız oldu, yıllarda tercih seminerleri verdik ve bu bizi üniversitelere götürdü. Tabi Türkiye’de öğrencilerin ben neyi iyi yapabilirim sorusundan önce “Hangi üniversiteyi kazanırsam çıkıştan hemen iş bulurum”a getiriyorlar olayı. Oysaki her zaman söylediğimiz bir şey var “Siz neyi iyi yaparsanız o size hemen iş verir.” Biz de savrulduk zamanında bizim rehberlik servisimiz yoktu. Ben Ankara Hukuk Fakültesine gittim okudum mesela şimdiki aklım olsa okumam. 4 dersim kalmıştır ayrıldım. Benim kafam başka şekilde çalışıyor. Biri bana dese ki “Ya sen daha 9. Sınıftayken gazetelere bana basın kartı verin diye yazan adamsın” Mahalli bir gazete bana basın kartı gönderdi bak çocuktum daha, hoşlarına gitmiş. Onu saklarım hala.
Benim gidişatım hukuk falan değil benim gidişatım okumak, yazarlık ve araştırmak. Benim işim bu. E şimdi ailemiz de çok istedi okuduk n’oldu? 4. Sınıfta ayrıldık, bir konferanstan sonra af ile geri döndürdü beni hocalar. 
Kısacası aileler şuna bakıyor, şu bölümü bitirirsen işte TUS kazanır doktor olursun. Ne oluyor? Mesleki yönlendirmelerimizde çocukların severek yapacağı yetenek ve becerilerine yönelik şeyleri yapmazsak ki ayrışıyor bunlar. 
Burada ana kriter şu olmalı. Eğer bir kişi “ben bu meslekten nasıl yararlanırım”ı bırakıp da bu mesleğin insanlığa yararlı hale gelmesini nasıl desteklerim, yardımcı olabilirim ve nasıl fark oluştururum sorusunu sorabiliyorsa ve farkını da ortaya koyabiliyorsa başarmışsınız demektir. Fark oluşturamamışsanız başarılı değilsiniz ve mutsuzsunuz demektir.
Üniversiteye yönlendirmeler de üniversitelerin performansını olumsuz etkiliyor. Şimdi sözel zekaya sahip bir öğrenci var diyelim anne babası onu sayısal bir bölüme yazdırmış. Diğer ülkeler baktığımız zaman rehberlik servisi bu çocuk sözel zekaya sahiptir dedikten sonra bu kararı sadece mahkeme bozabiliyor. Ülkemizde bunu yapmaya kalksak ortalık karışır. İşte bizim doğru yönlendirmeyi yaptığımız zaman üniversitelerimizin de siyaset cenderesinden çıkıp bilimsel alanda ilerlerse zannediyorum ki daha üretken, uluslararası arenada rekabet eden insanların ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Öngörümü ifade edeyim size: Türkiye; Kore, Japonya, Kore, Çin gibi 5. 6. Teknoloji ile büyük sıçrama yapabilecek bir güçtür. Bu sonuca nereden vardın derseniz de emin olun gençler teknolojiye inanılmaz ilgili ve yetenekli. Böyle hazır bir ilgi var, hazır bir potansiyel var üniversitelere bunu kullanmak kalıyor açıkçası. Umarım kısa vadede kullanabilir hale gelirler.
Mesela geçen sene Bursa’da oldu bu olay galiba. 14 yaşlarında bir çocuk Türkiye’deki bir bankanın hesaplarını kırıp 20 trilyon lira parayı kendi hesabına geçiriyor. Küçücük çocuk daha. Milli Eğitim Bakanlığı çocuğu korumaya aldı. Yani çocuk teknoloji becerisini kötüye kullandı. O gün biz teknoloji panelinde konuştuğumuz da buydu. Eğer eğitim, okul vb. her şey teknoloji olsun diyorsanız o zaman dijital korsanların merkezi Türkiye olur. Bu bir tribün coşkusudur. Şimdi biz bu çocukların sosyal gelişim süreçlerinde neye ihtiyacı var ona bakmamız lazım. Arkadaş iletişime, hayat ilişkilerine, problemleri çözmeye ihtiyacı var. Bunları karşılamazsanız sosyal arıza çıkar.

Bu güzel ve keyifli röportaj için çok teşekkür ederiz…

RÖPORTÖR : Ala HAZNEVİ
RÖPORTÖR : Mustafa AYDOĞDU

SÜLEYMAN BELEDİOĞLU

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdikten sonra, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde pedagoji eğitimi aldı.

Ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladı.

Başta ABD ve İngiltere olmak üzere birçok ülkedeki stres ve beyin temelli öğrenme üzerine yapılan çalışmaları inceledi ve bunları saha çalışmaları ile elde ettiği verilerle birleştirdi.

Uzun yıllar alan bu titiz çalışmalarının sonucunda, bu konularda kendi özgün saptamalarından oluşan çok sayıda makale ve kitap yazdı. 

Diğer yandan, yurt dışında yapılan bu çalışmaları incelerken, Türkiye’de de öğrenci, veli ve öğretmenlere yönelik saha çalışmaları yaparak; gözlem, inceleme, anket ve araştırmalarına devam etti.

Yurt dışı ve Türkiye’ye yönelik olarak yürüttüğü bu çalışmaların sonucunda, özellikle sınav stresi ve beyin öğrenmesi üzerine yaptığı bilimsel saptamalarla bu konularda yeni bir bakış açısı ortaya koydu.

Çok sayıda saha verisine ve birbirinden farklı alanlarda yapılan bilimsel çalışmalara dayanan, metaforik bir araştırma yaparak “SINAV ANI SINAV STRESİNİ” reddetti ve bu çalışması çok büyük ilgi gördü. Bu konuda yüzlerce seminer ve eğitimler verdi.

Yükseköğretimde Uluslararasılaşma ve Geliştirme Vakfı whatsapp