Dünyada uluslararası öğrenci piyasası ve Türkiye’nin misyonu
Çoğumuz dünya uluslararası öğrenci piyasasının 250 milyar dolarlık dev bir Pazar olduğunun farkında bile olmayabiliriz. Çoğumuz dünya uluslararası öğrenci piyasasının 250 milyar dolarlık dev bir Pazar olduğunun farkında bile olmayabiliriz. Bu pazarın paylaşımı konusunda 1950’lerden itibaren büyük bir yarışın yapılageldiği, Türkiye’de ancak son 3-5 yılda farkında varılmış bir gerçektir. Birçoğumuzun hayat hikâyesinin bir döneminde yurtdışı eğitim görmek veya hiç olmazsa bunun hayalini kurmak olmuştur. İnsanların alıştıkları ortamlar dışında farklı bir mekânda, farklı bir kültür ve dil atmosferinde bulunmalarının, onlara yeni bakış açıları ve hayat tecrübesi kattığında hiçbir kuşku yok. Çünkü küçük-büyük, gelişmiş az gelişmiş farkı olmaksızın diğer herhangi bir ülkede eğitim görmek, çalışmak veya sadece bulunmak bile iyi bir öğrenim varsayımı, mesleki bilgi-görgüyü artırma fırsatı olarak görülüyor. Bu geçici mekân değişiklikleri bile bazen, insanın rutinlerini değiştirmeye, ezberlerini bozmaya yetiyor. Bu sebeple, öğrenciler ve aileleri gençlerin doğdukları ülke sınırları dışında geçici bir süreyle bulunmalarına önem veriyorlar. Türkiye’ye yabancı uyruklu öğrencilerin gelişi 1980 yıllarda başlıyor. Aslında özellikle İran’dan Türk kökenli öğrenciler Türkiye’de yükseköğrenim görmek amacıyla Devrim sonrasında gelmeye başladılar. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ise Güney Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetlerinden kalkıp Türkiye’ye öğrenci olarak gelen çok sayıda öğrenci olmuştu. Açıkçası 1990’lı yıllarda Orta Asya ve Güney Kafkasya bölgesinden Türkiye’ye son derece yanlış usulle yapılan seçimler sonucu çoğunluğu o ülkenin bürokratları olan ve gücünü sermayeden alan kimselerin çocukları öğrenci olarak geldi. Hatta bunları bir kısmının yasa dışı gruplara yakın veya onların akrabaları olduğu anlaşıldı. Ve bu çocukların yalnızca %5’i geldikleri üniversitedeki eğitimlerini tamamlayabildiler. Bu yanlış süreçten son 4-5 yıldır vazgeçildi. Bugün, uluslararası öğrenci hareketliliğinden ve onun oluşturduğu bu büyük pazardan Türkiye’nin payının çok küçük kaldığını ifade etmeliyim. Polonya ile birlikte Türkiye dışarıdan öğrenci alan ülkeler arasında sadece %1’lik bir paya sahip en gerideki ülkelerdendi. Geçtiğimiz yıl ise bu pazardan 2 milyar dolara yakın bir pay alan Türkiye, yabancı öğrenci temininde profesyonel çalışmalara ancak 2010 sonrasında başlamış oldu. Burada sadece, Malezya’nın bile ücretli öğrenciler ile bu pazardan aldığı payın Türkiye’den büyük olduğunu söylemekle yetinelim. Pazardan pay almak için sadece ülkenin eğitim sisteminin akademik başarısı değil, bir ülkenin yabancı ülke vatandaşları için rahatlıkla eğitim görmelerine imkân tanıyan yasal ve idari düzenlemelerinin olması da önem taşıyor. Yani bu pazara giren bir ülkenin, gelen öğrencinin geldiği günden mezun olup diplomasını alana ve gerekiyorsa denkliğinin tanınmasına kadar uzayan süreçte bürokrasisini azaltan ve kolaylıklar sağlayan ülkeler arasında adının geçmesi gerekiyor. Bu sebeple pazarda en büyük paya sahip ABD, İngiltere ve Avustralya yabancı uyruklu öğrenci için barınmadan, ikametgâh izin kolaylıklarına ve oryantasyona kadar, öğrenci kabul ve eğitim verme usulleri kendi ülke vatandaşlarına göre daha basitleştirme ve kolaylaştırma gibi yöntemlerle öğrencileri kendi ülkelerine çekiyorlar. Tabii ki, bu yolu izleyen ülkeler, yabancı öğrenciler için cazip hale geliyor ve o ülkeyi tercih eden öğrenci kitlesi başkaca tanıtıma gerek kalmadan gün geçtikçe büyüyor. Bu anlamda birçok ülke Türkiye’den daha önce bu sahaya el atmış ve gereğini yapmış durumda. Tabii bugün de semeresini almakla meşgul. Fakat bu noktada bir hususa dikkat çekmek istiyorum: Türkiye’nin adının yükseköğrenim platformları olan ve yabancı öğrencilerin işlerini kolaylaştıran ülkelerin arasında adının geçmesi önemliydi. Bugün için artık YÖK’ün uluslararasılaşma çalışmaları ve başta vakıf üniversiteleri olmak üzere yabancı uyruklu öğrencilere başlangıçta burslarla başlayan şimdilerde ise ücretli öğrencilerin de akın akın gelmeye başladığı bir tablo ortaya çıktı. Türkiye’de ücretli veya ücretsiz olarak yükseköğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilerin sayısı kritik eşik olan 100 bine yaklaştı. Üniversitelerin zorlama ve teşvikiyle yabancı öğrenci kabulünü engelleyen YÖS’ün kaldırılması ALES’in sınavının aranmaması ve Türkçe veya İngilizce hazırlık okumalarına fırsat verilmemesi gibi gecikmiş olsa da atılan doğru adımlar bu pazarda Türkiye’nin adını yükseltecektir. İngiltere ekonomisinde yabancı uyruklu öğrenci büyük bir sektör olarak ciddiye alınır. İngilizler bu sahada bizden yaklaşık 50 yıl önce yerlerini almışlardır. İngiliz ekonomisinde önemli bir yeri olan yabancı uyruklu öğrencilere uygulanan kolaylaştırıcı prosedür ve usullerin bizde de dikkate alınması gereken bir tecrübe olduğunu düşünüyorum. Gelecek yazımızda, Türkiye’nin yabancı uyruklu öğrenci temininde misyon ve vizyonunun nasıl yenilenmesi gerektiği hususuna gireceğiz. Tabii ki, YTB’den de bahsederek Dünyada uluslararası öğrenci piyasası Ve Türkiye’nin misyonu (I) Bahsini ettiğim bu büyük ve rekabetçi pazarın sadece bir ekonomik araç olmadığının herkes farkında olsa gerekir bahsini ettiğim bu büyük ve rekabetçi pazarın sadece bir ekonomik araç olmadığının herkes farkında olsa gerek. Büyük devletler kendi dil, kültür ve dünya görüşlerini verdikleri yükseköğrenim sırasında diğer ülkelerden seçkin ve kalburüstü çocuk ve gençlere transfer ediyorlar. Bir önceki yazımda değindiğim gibi Güney Kafkasya ve Orta Asya’dan öğrenci seçiminde 1992-2010 yılları arasında yapılan vahim yanlışlara rağmen, geçmişten ders çıkarılarak bu 20 yıllık hatanın düzeltilmesi ve sahanın düzenlenmesi amacıyla “Yurt dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın (YTB) iyi niyetlerle kurulması ile yurt dışı bursları daha planlı ve tutarlı hale getirilmeye çalışıldı. YTB’nin ilk stratejik belgesinin oluşturulması çalışmalarına o dönemde bir sivil toplum kuruluşunun başkanı sıfatıyla katılmıştım. YTB’nin yine başta Yurtdışındaki Türkler ve akraba olan topluluklar olmak üzere, coğrafyamızın her tarafından öğrencilere burslar vererek ciddi bir fonksiyonu icra etmesi kuruluş misyonunun en önemli araçlarından birisiydi. Kurumun görevini hakkıyla ifa etmesi, sadece hayır amaçlarına yönelik değil, aynı zamanda stratejik hedefleri de içeriyor. Bu sebeple, kurumun sürekli bir güncellenme ve misyon kaygısı gütmesi, hedeflerinden konjonktürel veya yönetim değişiklikleriyle sapmaması gerekiyor. Hâlihazırda binlerce öğrenciye burs veren kurumun, burs verdiği öğrencileri akademik, kültürel ve ahlaki açıdan izleyememesi halinde, verilen bursların anlamını yitireceği ortada. Devlet ve millet olarak niyetlerimiz çok iyi olabilir ama icra araçlarımız ve icramız niyetlerimizin oldukça gerisinde. YTB’nin adındaki “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar” konusunda, Türkiye’nin vizyon ve misyon iddialarının gerisinde kalmayacak şekilde kendisini yenilemesi şart. Şöyle ki: Dünyanın her köşesinden öğrenciye hitabeden YTB gibi uluslararası bir kurumun sayfası şu anda sadece Türkçe yayın yapan bir faaliyet bülteni gibi işletiliyor. İngilizce web sayfası olsa da sayfa 10 aydır donmuş halde. Kurumun İngilizce sayfası kuruma vizyoner katkı sağlayan bir önceki Başkan Doç. Dr. Kudret Bülbül’ün devir teslim merasiminin yani yaklaşık bir yıl öncesinin son haberinde donup kalmış. Etkinlikler ve takvim bölümleri de Ocak ayından bu yana donmuş vaziyette. Kurum acilen on dile kadar sahih ve yönlendirici içerikle web sayfasını yenilemeli. Web sitesi, muhatap yabancı öğrenci kitlesi dikkate alınarak Fransızca, Arapça, Rusça, İspanyolca, Farsça ve Türkçe’nin lehçe ve şivelerinde kesinlikle olmalı. Yurtiçindeki ve dışındaki yabancı uyruklu öğrencilerin başvuracağı ilk adres sıfatıyla site baştan aşağıya güncellenmeli. Hatta, burslu veya ücretli uluslararası öğrenci kabul eden başarılı üniversitelerin başvuru linkleri bu siteye eklenerek Kurumun üzerindeki yük kısmen dağıtılmalı. İkinci olarak YTB’nin burs dağıtma ölçütleri ve kimlere burs verdiğinin ve misyonunu sürekli olarak hatırlaması gerekli. Mesela Gürcistan’dan öğrenci alınırken Kurum resmi adını ve kuruluş misyonunu unutmaksızın öncelikli olarak Kartveli Gürcülerden değil, Acara ve diğer bölgelerdeki Müslüman Gürcü, Laz, Abhaz, Oset ve Borçalı’daki Terekeme’lerden öğrenci almak zorundadır. Keza, Balkanlar’da da aynı titizlik gösterilmeli ve öğrenci seçimi dar bir zaman diliminde telaşe ile değil, zamana yayılarak ve yapılan işten emin olunarak tamamlanmalıdır. Mesela, Makedonya’da Türk, Arnavut ve Torbeşler varken bir Makedon’a burs verilmesi isabetli değildir ve bu seçimler Türkiye’nin misyonu ve gözlerini Türkiye’ye çevirmiş bölge insanı bakımından üzücüdür. Bu ayrımcılık veya ihmal değil, isabetli tercih anlamına gelir. Türkiye’nin Orta Asya ile Güney ve Kuzey Kafkasya’dan getireceği öğrenciler konusunda ciddi bir alan çalışması ve güncelleme gerekli. Bunların geldiği ülkelerde irtibat adres ve kişilerini yenilemesi; sahada öncelikle hatırı sayılır bir tanıtım faaliyetinden sonra başarılı öğrencileri seçmesi ve Türkiye’de de kendi hallerine terkedilmemeleri gerekir. İran’ın yabancı uyruklu öğrenci alışverişinde izlediği politika da en az İngiltere’ninki kadar üzerinde durmaya değer. İran öncelikle Farsça ve onun şivelerinin konuşulduğu Tacikistan ve Afganistan ile dil üzerinden, diğer bazı ülkelerle ise mezhep üzerinden bir bağlantı ve yakınlık kurarak milli çıkarlarına uygun bir politika sürdürmektedir. Özetle söylemek gerekirse, YTB’nin üzerine düşenler, öncelikle Kurumu yurtdışında gerektiği şekilde tanıtmak; azami sayıda öğrencinin başvurusunu sağlayarak önündeki seçeneklerini arttırıp doğru seçim yapmak; referans adreslerini yeniden gözden geçirmek; öğrenciyi öğrenim süresince yeterlilik ve temsil yönleriyle yakın takipte tutmak ve mezuniyet sonrasında da teması sürdürmek. Mezunlarla temas konusunun ancak son birkaç yılda gündeme girebilen önemli bir eksiklik olduğunu hatırlatmak gerekir. Gelecek yazımızda, Türkiye’nin uluslararası öğrencilerle ilgili politikalarının güncellenmesi ihtiyacı ve ilgili STK’lardan bahsedeceğiz. İspanya’dan selamlarımla… Dünyada uluslararası öğrenci piyasası ve Türkiye’nin misyonu (II) Şu an, yabancı uyruklu öğrenci temini amacıyla geldiğimiz İspanya Sevilla’da Uluslararası bir fuarda pazarın büyüklüğü ve rekabeti her yönüyle görebiliyoruz. Dünyada uluslararası öğrenci piyasası ve Türkiye’nin misyonu (II) Şu an, yabancı uyruklu öğrenci temini amacıyla geldiğimiz İspanya Sevilla’da Uluslararası bir fuarda pazarın büyüklüğü ve rekabeti her yönüyle görebiliyoruz. Şu an, yabancı uyruklu öğrenci temini amacıyla geldiğimiz İspanya Sevilla’da Uluslararası bir fuarda pazarın büyüklüğü ve rekabeti her yönüyle görebiliyoruz. Ülkeler gönderdiği öğrenciden de kabul ettiği öğrenciden de bir şekilde ülkesinin ve kültürünün tanıtılmasında sonuna kadar istifade ederler. Mezunlar o ülkelerden mezun olanlar da farkına vararak veya varmayarak o ülkenin gönüllü elçilerine dönüşürler. Bunun bizde de gerçekleşebilmesi için gelen öğrenciyle temasın yoğun şekilde ancak onları sıkmadan sürdürülmesi gerekir. Türkiye’nin Orta Asya ile Güney ve Kuzey Kafkasya’dan getireceği öğrenciler konusunda ciddi bir alan çalışması yapması gerekli. Rusya Federasyonunda yaşayan çoğu Türk kökenli Müslüman halklarla birlikte bahsettiğim bölgenin nüfusu 200 milyonun üzerinde. Bu insanlar, Türkiye ile dini, tarihi, kültürel bağları güçlü olan ve bu bağları sürdürmek isteyen toplulukların mensupları. Türkiye’nin bölgeyle; din, dil ve kültürel benzerlik bakımından bağları ilgili diğer bütün devletlerden fazladır. İran’ın bölgedeki kültür ve mezhep çalışmalarına bu bağlamda ayrıca dikkat çekmek gerekir. Bu bölgelerden gelen yabancı uyruklu öğrencinin dil problemi yaşamaması ve kolayca Türkiye Türkçesine intibak etmesi için mutlaka bir Türkiye Türkçesi hazırlık programına alınmaları önemlidir. Çünkü genellikle aynı dilin konuşulduğu gerekçesiyle doğrudan kayıt yaptırılmakta ve hem çevre değişikliği hem de alan terminolojisindeki farklılık başarıyı etkilemektedir. Mesela Ortadoğu’dan öğrenci alırken de sürekli izlenilen bir strateji olmalıdır. Mesela Kuzey Irak’tan öğrenci önceliği Türkmenlerden ve Türkiye’ye yakın olan Kürt ailelerden olmalıdır. Bağdat yönetimi burslu olarak öğrencilerini öncelikle İran’a ve ancak öğrencilerin ısrarlı olması halinde Türkiye’ye burslu olarak göndermeyi tercih ediyor. Bu konuda da sıkı bir takip gerekli. Bu devlet politikalarının güçlü ve tutarlı olmasına bağlıdır ancak bu tek başına yeterli değildir. Bu önemli sahada STKlar da olmalıdır: Batı ülkelerinde yabancı öğrencilerle ilgilenenler devlet adına üniversitelerdir. Bunun dışında hayır kuruluşlarının ve Kilisenin bu kitleye seçici olarak belirli imkânlar sağlandığı herkesçe bilinir. UDEF çatısı altında birleşen 54 dernekle uluslararası öğrenciler konusunda büyük bir hizmet veriyor. Daha işin başında Babı Alem erkek öğrenciler için ve Sefirei Alem ise bayan öğrenciler için büyük hizmetleri sağlayan dernekler olarak dikkat çekiyordu. Daha sonra diğer şehirlerde de kurulan dernekler birbirini izlemişti. Bu dernekler şu ana kadar binlerce öğrenciye barınma ve burs imkânı ile meslek edinme kursları ve seminerlerle destek oldular. Bünye dışında kalmayı tercih eden ancak sahada çalışmaya devam eden dernekler de var. KOCAV ile Sınırsız Kardeşlik ve İnsani Yardım Derneği-KİYADER bunlardan bir kaçı. KİYADER sadece uluslararası öğrenciyle ilgilenmek üzere kurulan 3. dernek. Şu anda Türkiye’ye gelen öğrencilere burs ve barınma katkısı sağlama yanında, yurtdışında ilk ve ortaokullar kurmakta ve yetimhanelerle ilgilenmektedir. Türkiye büyük bir coğrafyayla dini, kültürel, tarihi, ticari ve ekonomik bağlarla bağlıdır. YURT DIŞINDA BULUNMAK GEREKLİ Mİ? İlk defa 1999 yılında Kazakistan’da Yesevi Üniversitesi’nde hukuk fakültesini kurmak üzere birkaç hukukçu ile birlikte bulunduğumuzda Kazak öğrencilere Türkiye tecrübesini anlatırken aslında bizler de bölgenin biriktirdiği tecrübeyi öğrenmiş oluyorduk. Açıkçası, dönüşümde birçok konuda kendimi daha sorgulayıcı objektif ve özgüvenli hissetmeye başlamıştım. Kazakistan gibi bir ülkede bile kazanılabilecek gözleme dayalı bilgi, tecrübe ve görgü bir farklılık ve avantaj olarak her zaman işime yaradı. Sonraki yıllarda Rusya, Azerbaycan, İtalya, Hollanda, Belçika İtalya, İspanya gibi 30 KADAR ÜLKEDE ülkede akademik amaçlı olarak bulunmak kısmet oldu ve üç yılda Bosna Hersek’te rektör olarak görev yaptım. Bütün bu süreçlerin yaşınız kaç olursa olsun devam edegelen bir öğrenme süreci olarak algılanması gerekiyor. En iyi bildiğiniz ve profesyonel olarak yaptığınız işler sırasında bile öğrenme, bilgi ve tecrübe kazanma süreçlerimiz devam eder. Herhalde bu sebeple olsa gerek kadim kültür öğrencinin hangi şehirde olursa olsun hocanın/ bilim adamının ayağına gitmesi üzerine kuruludur. Öğrenci/öğrenici /talip, bir yandan farklı bir coğrafyada yaşayan bir bilim adamı/alim iklimine girer ve yeni bir şehrin farklı kültür atmosferini solur. Bu imkan günümüzde eski anlamıyla mümkün olmasa da farklı ülkelerde bulunmanın ve mesleki eğitim almanın veya yüksek öğrenim görmenin öğrenme süreçlerindeki kişiye katkısı gerçekten büyük olur. Burada aynı grubu tekrar etmek isterim. Farklı her kültür ortamının öğrenciye katacağı yeni perspektifler vardır. Bosna, Azerbaycan, Malezya, Makedonya, Hollanda, veya ABD de bulunmanın sağlayacağı katkının en azından bir yıllık periyot bakımından büyük bir farkının olduğunu düşünmüyorum. Yeni karşılaşılan kültür ne kadar yakın olursa olsun öğrenme yolcusunun orada ilk bir yılda öğrenecekleri vardır. Mesela bu sayılanlar içerisinde dil ve kültür atmosferi bakımından bize en yakını olan Azerbaycan’a veya Bosna’ya giden bir Türk öğrencinin müzikten sanata toplumun diğerlerinden insan ilişkilerine ve yeni bir dil veya şiveye kadar görebilecekleri çeşitliliğinin bulunduğu mekandan hiç çıkmamış birisine göre fark oluşturduğu kanaatindeyim. Kültür farklılığı ne kadar farklı ise öğrenme yolcusu o derecede zorlanır ancak bu zorluk süreçleri insanın pişiren ve olgunlaştıran deneyimi arttıran bir süreç oluşturur. Türkiye’de yurtdışına öğrenci gönderme eğilimi 1800 yıllarda Fransa’ya öğrenci gönderilmesi ile başlanmıştır. Bunun Türkiye’de modernleşme hareketlerinin başlaması yönü ile ciddi etkileri olmuştur. Fakat bu ilk temasların Osmanlı aydınının “sudan çıkmış balığa döndüğünü” ilk örneklerdir. Çünkü birbirine uzak ve iki paradigmanın ürünü medeniyetin karşılaşması zayıflamış olanın yenilgi psikolojisi ve kompleksle geri dönmesi sonucunu doğurdu. Bu trend 20. yüzyıl boyunca bilim adamlarını ve genç araştırmacılarının yönlendirildiği tek adres olarak Avrupa ülkeleri olmuştu. Özellikle 1980’lere kadarki gelişmişlik farkının açık ara farklı olduğu dönemlerde gidenlerin çoğu gittikleri ülkelerde kalmaya çalışıyor veya arzu edilen bilgi ve tecrübe transferini Türkiye’deki alt yapı eksikleri dolayısıyla sağlayamadan geri dönüyordu. Bu anlamda eksik tutarsız ve amacına hizmet etmeyen bir proje olarak akim kalıyordu. Üstüne üstlük 150 yıllık hikâyemizin özeti olarak bu kişilerin önemli bir kısmı kendi ülkesine karşı komplekslerle geri dönüyordu.
Prof. Dr. Yücel Oğurlu
İstanbul doğumlu hukukçu akademisyen. Uluslararası Saraybosna Üniversitesinde 2013-2016 dönemi rektörü. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesinde Rektör Yardımcısı ve İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1992 yılında mezun olmuştur. 1995 yılında Mali Hukuk Yüksek Lisans Programı (1995) ve Kamu Hukuku Doktora Programlarını (1999) Marmara Üniversitesinde tamamlamıştır. Akademik kariyerine Atatürk Üniversitesinde başlamış ve 2006 yılından bu yana görev yaptığı İstanbul Ticaret Üniversitesinde dekan yardımcısı, Rektör yardımcısı ve vekil Rektör olarak görev yapmış, hukuk alanında lisans ve lisansüstü dersleri vermiştir. Yüksek Lisans ve Doktora danışmanlıkları yürütmektedir. Doktora sonrası çalışmalarını misafir öğretim üyesi olarak Hollanda Tilburg Üniversitesinde ve Kazakistan Ahmed Yesevi Üniversitesinde tamamlamıştır. Halen akademik dergilerde hakem kurulu üyelikleri; yurtiçi ve yurtdışında hukuk alanında İngilizce ve Türkçe olarak yayınlanmış 8 kitabı ve 3 kitap bölümü ile çok sayıda makaleleri bulunmaktadır. Dr. Oğurlu`nun idare hukuku alanında, uluslararası ve ulusal projelerde yöneticilikleri yanında edebiyat ve karşılaştırmalı dilbilim alanında çalışmaları yayınlanmıştır. Yazarın, akademik çalışmalarının ötesinde, uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler, hukuk, kamu yönetimi ve ülke meseleleri hakkinda Anadolu Ajansı Analizleri, Dünya Bülteni, Diriliş Postası gazetelerinde köşeyazıları ile Düşünce Dergisi gibi farklı yayınlarda çalışmaları yayınlanmaktadır. Dr. Oğurlu, Ana dili olan Türkçe yanında, iyi derecede İngilizce, Arapça (Orta), Özbekçe (İyi), Kazakça (İyi), Kumukça (Orta), Nogayca (Orta), Lezgice (İyi) dillerini bilmektedir. Boşnakça (Hırvatça, Sırpça), Fransızca, Farsça, Rusça ve Almanca dillerini ise kendi çevirilerini yapabilecek derecede bilmektedir.