Medeniyete ayak uydurmak; toplumların piramidi ve ülkelerin evrimi ile ölçülür. Dünya tarihi boyunca birçok devlet kuruldu ve yok oldu. Ancak bu ülkelerin çok azı tarihin çok eski dönemlerinden beri varlıklarını sürdürmeyi başarmıştır. İşin sırrı bu ülkelerin bilim ve kültüre olan ilgisinde yatmaktadır. Hiçbiri güç politikası perspektifinde varlığını zorunlu biçimde empoze ederek bugüne gelmemişlerdir. Çok sayıda ülke dev orduları olduğu halde ve mutlak gücü kullanmalarına rağmen yok oldular ve tarihe gömüldüler. Ancak tam tersine bilim, kültür ve bilgiyi medeniyetlerinin temeli olarak kabul eden ülkelerin varlığı devam etti ve ürettiği çoğu eser ayakta kaldı. Günümüzde ise bu devletler; savaşlar ve doğal afetlere rağmen, milletlerin hafızasında ve büyük kanıtları ile insanlara parlak geçmişini göstermektedir. Bilim ve kültür medeniyetin temelidir. Devlet ve insan ise birbirini tamamlayan ögelerdir. Ancak bilinmelidir ki devleti devlet yapan ve medeniyeti oluşturan insandır. Bu görüşten hareketle insanın varlığı ilk hedefimizdir. İnsan temelli devlet ve medeniyet olgusunun en önemli parametresi ise bilgidir. Bir diğer parametre ise eğitimdir. Eğitimin ilk aşamalardan başlayarak yükseköğretimine kadar dünyadaki hızlı değişen standartlara göre kendi hareket mekanizmamızı kurmada önem taşımaktadır ek olarak uygulamalı eğitim de ciddi bir şekilde geliştirilmelidir.
Devlet Başkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN yabancı öğrencilere hitaben: “DÜNYANIN EN KADİM EĞİTİM KURUMLARINA EV SAHİPLİĞİ YAPAN BU TOPRAKLARI, İNŞALLAH YENİDEN EN ÖN SIRALARA ÇIKARACAĞIZ.” derken tarihteki ilk üç üniversiteyi açmakla Batı’dan iki yüz yıl önden gitmiş olan bu topraklara işaret etmiştir. 830 yılında Bağdat’ta Beytulhikme’nin açılmasından sonra 859 yılında Fas’ta Karaviyyin Üniversitesi, 970 yılında Kahire’de Ezher Üniversitesi kurulmuştur. Buna ayrıca 841 yılında Salarno’da kurulan Avrupa’nın ilk üniversitesini de eklemek gerek. Daha sonra Toledo, Sevilla ve Granada Üniversiteleri kurulmuş olup buna bir de o dönemlerde ibadethane kavramının ötesine geçip birer bilim yuvasına dönüşen camileri eklemek de yerinde olacaktır. Buralarda bir Zoolog ve Etnolog olarak beşerî coğrafyanın kurucusu cahiz (bilim insanı) gibi Müslüman dehâlar yetişmiştir. Astronomi alanında yerkürenin çapını kurduğu bir matematik denklemiyle ölçen Birunî, yer- yüzünün küre şeklinde olduğunu vurgulamış, cisimlerin merkezine doğru çekildiğini açıklamıştır. Matematikte ise ünü günümüze kadar gelen Harezmî’nin özellikle cebir biliminin kurucusu olarak modern matematiğin temelini oluşturan logaritma hesabını bulmuştur. Kendisi aynı zamanda sıfırı ilk bulan kişidir. Tıpta kan dolaşımını Harvey’den asırlar önce bulmuş olan İbn Nefis ile Endülüs’te ameliyat yapan, anestezi uygulayan İbn Zuhr var. Kindî ise İslam medeniyetinin babası ve ilk filozofuydu. Yine Demirî de ilk zooloji ansiklopedisini hazırlayarak hayvanları şekline, doğasına ve eş anlamlı isimlerine göre sınıflandırmıştır. Bunlara ek olarak bir de ünlü astronom Tûsî, İbn Sina, Razî ve İbn Rüşt gibi İslam bilim efsanelerini de saymak gerek. Adı geçen dehaların eserleri ölümsüzleşmiş, çalışmaları bilgi, bilim ve insan medeniyet tarihi sicilinin tartışmasız başında yer almıştır. İşte buradan hareketle iyilik sevgisi ile iyiliği yayıp insanlara yardımcı olmak, ayrıca kendimiz için istediğimiz şeyi başkaları için de istemek şeklindeki değerlerimize, geçmişteki ve günümüzdeki tarihi kültürümüze dayanarak, yine bilimsel kaynaklarla dolup taşan bu topraklara olan inancımız ve geleceğe dönük vizyonumuzdan hareketle eğitim, bilim ve kültürle ilgilenip bu alanda faaliyet göstermeye, dünyanın dört bir yanına yaymaya karar vermiş bulunmaktayız. Böylece Yüksek Öğretimi Uluslararasılaşma ve Geliştirme Vakfını kurarak adını Osmanlıların on dokuzuncu yüzyılda Darülfünun’u kurmak suretiyle gerçekleştirdiği yenilenme hareketinden ilham alarak belirlediğimiz Darülfünun dergisini çıkarma yolunda adımlar attık. Darülfünun bir anlamda genel bilimlerin şer-i medrese bilimlerinden ayrılmasını sağlayan yüksek öğretim kurumunu temsil ederken bir yandan da tıp, matematik ve diğer bilim dallarında eğitim verilmesini sağladığını ifade ediyor. Biz de bu şekilde ülkemizde yüksek öğretimi çağın gerekliliklerine göre, ülkemiz ve insanlığın yararına olacak şekilde Uluslararasılaşma ve geliştirme yoluna girmiş bulunuyoruz. Bunu yaparken aslında dayatılan denklemleri bir yana bırakıyor ya da kalıpları kırıp olması gerektiği gibi yeniden düzene sokmaya çalışıyoruz. Böylece ihtiyaç duyduğumuz yeni denklemler ortaya koyuyoruz. Buradan hareketle şu hususlarda ciddiyetle çalışma kararı almış bulunuyoruz:
Türkiye’de Yükseköğretim alanında günden güne büyüme kaydetmektmekle birlikte yükseköğretim kalitesini dünya standartlarına yükseltmek için YÖK ve üniversitelerimiz nezlinde gerekli çalışmalar yapılmaktadır. Bizler de Yükseköğretimde Uluslarasılaşma ve Geliştirme Vakfı olarak bu çalışmalara destek vermek amacıyla çalışmalarımızı gayret içerisinde sürdürmekteyiz.Bu alanda kuracağımız “Üniversitelere Destek Komisyonları” vasıtasıyla üniversitelerde saha çalışmaları yaparak eksikleri tespit edip rapor halinde ilgili merciilere sunacağız. Ayrıca üniversitelere gerekli veya lojistik destek çalışmaları yapmayı planlamaktayız. Bilhassa Yükseköğretimde ihtisaslaşma doğrultusunda üniversitelerimizin bir kısmının arge ve proje üniversitesi haline getirmenin bir gereklilik olduğunu kendimize hedef edinerek gerekli araştırmaları ve çalışmaları yaparak üniversitelerimizi daha kaliteli ve doygun hâle getirip ön sıralara taşıyacağız. Ve bu şekilde Türkiye’yi dünyanın sayılı bilim merkezi ve uluslararası öğrencilerin arenası haline getireceğiz.
Batı devletleri her zaman Asya ve Afrika ülkelerine, özellikle de Arap ülkelerine bir şekilde nüfuzunu dayatmaya çalışmaktadır. Bu alanda kullanılacak araçların en önemlisi, en kolayı ve en düşük maliyetli olanı, belki de en kârlı olanı söz konusu ülkelerden her vesileyle yurt dışında eğitim bahanesiyle öğrenci getirtmektedir. Öyle ki bazı ülkeler devlet üniversitelerinde eğitimi ücretsiz yapmıştır. Nitekim o ülkelerde öğrencileri dil öğrenme bahanesiyle ailelerin yanına yerleştirme siyaseti Batı’ya bağlı yeni kuşaklar yetiştirme hedefini gütmektedir. Kendi değerleri ve geleneklerinden sıyrılan bu kuşaklar artık siyasi ve iktisadi alanlarda Batı’nın ajandalarını uygulayarak o ülkelerin kaynaklarının denetim altına alınması için çalışır. Burada adını vermek istemediğimiz birçok örnek var ki söz konusu öğrencilerin büyük çoğunluğu çağlara dayanan ortak bir tarihe, gelenek ve göreneklere, ortak değerlere sahip olduğumuzu ifade ediyor. Dolayısıyla biz de bu noktadan hareketle bu öğrencilerin korunmasında katkı sağlama sorumluluğumuz olduğunu düşündük. Sözünü ettiğimiz ülkeler aslında çoğu Asya ve Afrika ülkesini yüz yıllar boyunca yönetmiş olan Osmanlı mirasından ilham almaktadır. Dolayısıyla Türkiye’yi kardeş öğrenciler için ana merkez haline getirmeyi hedefliyoruz. Çünkü Türkiye bu öğrencilerin Batı’da aldığı bilimin aynısını, üstelik daha düşük bir maliyetle alabilmesine olanak sağlıyor. Bu şekilde öğrencilerin hem geldiği ülkelerin büyük miktarda para harcamasının önüne geçilmiş olur hem de öğrencinin gelenek ve göreneklerinin yanı sıra değerlerini de muhafaza etmiş oluruz ki bunun doğrultusunda öğrencinin Türk toplumunda, halkında bulacağı şey kendi gelenek ve göreneklerinden farklı olmayacaktır. Böylece ülkesine bağlılığından ve sevgisinden bir şey yitirmeden ülkesine dönmüş olacaktır.
Türkiye’de hem bizim hem de yüksek öğretim alanında faaliyet gösteren herkesin bu hassas konuya dikkat etmesi gerekir. Böylece olabildiğince fazla öğrenci alımı sağlayıp üniversitelerimizde düzenli, kolay ve üzerinde iyi çalışılmış bir plan çerçevesinde kaydettirmemiz gerekir. Bu şekilde bazı zayıf karakterli insanların onları istismar etmesine engel olmuş oluruz. Çünkü suistimaller ülkemizin imajını zedeleyecektir. Döviz girişi yanı sıra çok önemli bir husus daha var ki hiç kuşkusuz Türkiye’ye gelmeyen bir öğrenci Türkiye dostane bir gözle bakmakta zorlanacaktır. Nitekim bazı ülkeler de bu öğrencileri bize karşı olumsuz düşünceler empoze etmektedir. Son yıllarda ülkemizdeki üniversitelere girme fırsatı bulamayan birçok öğrenci özelikle bazı komşu ülkelerden yüz yıllardan beri halkımızla husumeti söz konusu olan başka ülkelere gitmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden bizim elimizden gelenin fazlasını yapıp Türkiye dostu kuşaklar yetiştirmemiz gerekiyor. Bu durum zannımca her şeyden çok milli güvenliğimizle ilgili bir durumdur. Yine halkımız ile sözünü ettiğimiz halklar arasında İslami ve insani bağları daha çok sağlamlaştıracak bir durumdur.
Batı ülkelerinin birçok Asya ve Afrika ülkesini maddi ve manevi açıdan yetersiz bırakmaya yönelik planı gereğince bu iki kıtadaki üniversiteler donanımsız ve yetersiz bırakılmıştır. Bu arada birçok bilim yuvasını hedef alan terör eylemi yaşanmıştır. Söz konusu ülkelerin yaşadığı yapay krizleri de buna ekleyecek olursak birçok üniversitenin en elzem ve basit eğitim olanaklarından yoksun olduğunu görürüz. Bu yüzden öğrencilerin yurt dışına korkunç bir şekilde akın ettiğini görmekteyiz. Ancak bu durum, büyük devlet açısından istenen bir durum olup Türkiye’de biz ortak değerlerimizden dolayı söz konusu ülkelerde yaşanan meselelere üzülüyoruz. “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuz ve ateş içerisinde kalırlar.” İşte bu noktadan hareketle Türkiye’nin söz konusu ülkelerde eğitim sürecine yön vermeye aday tek ülke olduğunu görürüz. Bu çerçevede eğitim kurumlarına destek verilmesi, eğitimin geliştirilmesi o toplumları doğru bir şekilde yapılandırmaya katkı sağlayacak kuşakların yetiştirilmesi için gerekli ihtisas alanlarının açılması gerekmektedir.
Ne yazık ki şu an ister zengin ister fakir olsun toplumlarımızın çoğunluğu en basit ihtiyaçlarını karşılamada Batı ülkelerinden gelen ithal mallarına dayanan tüketim toplumlarına dönüşmüştür. Bu yüzden üreten kuşaklar meydana getirmeye, üretim sürecinde bilime ve eğitime dayalı çalışmanın desteklenmesi gerekir. Çünkü bu üretim süreci bitkisel, hayvansal gıda ürünleri ile su ürünleri gibi temel tüketim mallarını sağlayacağı gibi inşaat ve çeşitli sanayi ürünlerini de sağlamaktadır. Biz Türkiye’deki meslek yüksek okullarındaki muazzam büyüklükteki eğitim programlarından yararlanarak on binlerce konuk öğrenciye düşük bir maliyetle eğitim vermeyi ve kendi ülkelerinin gelişmesine katkı sağlayacak üretici bir kuşak olarak yetiştirmeyi hedefliyoruz.
Ne yazık ki şu ana kadar başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de üniversiteye giriş konusunda SAT, ACT ve benzeri Batı’dan alınma çeşitli sınavlara dayanmaktayız. Daha acı olanı ise kendi eğitim kurumlarımızda İngilizce dil sınavlarına, İngiliz ve Amerikan kaynaklarına dayanıyor olmamız ve bunun için milyonlarca dolar ödememizdir. Oysa kendi ülkelerimiz ve üniversitelerimizde bu tür sınavları rahatlıkla yapabilecek yeterli temele sahibiz. Hedeflerimizden biri de sınavların Türkiye menşeili uluslararası sınavlar haline getirmektedir.
Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkelerinde çıkarılan krizler bu ülkelerden Avrupa ülkeleri ve Amerika’ya beyin göçü olmasıdır. İşin dikkat çekici olanı ise bu beyin göçünün çoğunlukla bir geçiş noktası olarak Türkiye üzerinden geçmesidir. İşte biz bu deneyimlerin Türkiye’de kalması, Türkiye’de kendileri için onurlu hayat ve iş olanaklarının sağlanması için çaba sarf ediyoruz. Çünkü onlar Türkiye için değer ifade etmekle kalmayıp katkı sağlamaktadır. Türkiye’nin çıkarı o ülkelerin de çıkarıdır. Nitekim biz de kardeşlerimizin çıkarlarını korumaya büyük önem vermekteyiz. Dinimizin öğretileri de bunu gerektiriyor.
Hedefimizi gerçekleştirme yolunda karşı karşıya kalacağımız zorlukları biliyoruz ama bu yolda muhteşem tarihimizden gelen güçlü iradeye ve güçlü Türkiye’ye dayandığımız gibi, eğitim kurumlarımız, ilgili makamlar ve idarecilerin, ümmetimizin üstün çıkarlarını önemseyen diğer ülkelerdeki yetkili ve akademisyen kardeşlerimizin yardımına dayanmaktayız.
Gıyaseddin HAZNEVİ Darülfünun Yükseköğretim Dergisinden
|